kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mayıs 2018 Pazartesi

Nisan Ayında Okuduklarım


Merhaba, mayıs ayının ilk pazartesinde konumuz bu ay da yine kitap.İsterseniz bir an önce neler okumuşum bakalım.

'Dişi Kedi', Colette’in Fransız ve dünya edebiyatının önde gelen romanlarından biri. Bu okuduğum ikinci; erkek-kadın-kedi üçgeninde geçen kıskançlık konulu kitap. Bir önceki ise Tanizaki’nin “Bir kedi, bir adam, iki kadın” kitabı idi. Kitapta Saha isimli bir dişi kedi ,Camille ve Alain arasında anlaşmazlığın sebebidir, Alain’in kedisi Saha’ya olan düşkünlüğü zamanla Camille için bir problem teşkil eder ve kediyi kendisine rakip olarak görmeye başlar ardından bir takım olaylar yaşanır ve Alain bir tercih yapmak zorunda kalır, bu noktada ufak bir parantez açmam gerek; kitabın çevirmeni Azra Erhat, Yunan klasiklerinden Homeros’un ve Heseidos’un destanlarını A.Kadir ve S.Eyüpoğlu ile Türkçe'ye en yetkin şekilde kazandıran aydınlardandır, saydığım destanlar Türkçe okunacaksa mutlaka Azra Erhat’ın çevirisinden okunması gereken destanlardır, yine bu tür başka dillerdeki çevirileri de tereddüt etmeden okunabilir... 

'Şeyler', Georges Perec imzalı. 60’lı yıllarda öğrencilerin Fransa’daki yaşamını ve bohem hayatını konu alıyor. Jerome ve Sylvie anketörlük yaparak, gezerek ve eğlenerek günlerini geçiriyorlar ve sonra Tunus’a gidecek öğretmenler arandığını duyuran bir ilanı görünce başvurup Tunus’a gidiyorlar hayatları tamamen farklılaşıyor, sakin, karmaşadan uzak ve düzenli bir hayat yaşamaya başlıyorlar ama bu durumda onları bir süre sıkıyor ve içine düştükleri mutsuzluktan kurtulmanın çaresinin Fransa’ya dönmek olduğuna karar veriyorlar. İnsanın mutlu olmak İçin hep başka şartlara sahip olmak istemesi yanılgısı üzerine kurulu bence. Hoş bir kitaptı... 

'Doğa Tarihi', Hakan Bıçakçı’nın okuduğum ilk kitabı oldu, kitabın ana karakterinin ismi Doğa, kitabın ismi de zaten karakterin bir kaç yıldaki yaşadıkları, inişli çıkışlı hayatını anlatıyor. İstanbul’da büyük bir plazada çalışan Doğa ile modern insanın arzuları, beğenilme takıntısını ve kitabın arkasında yazdığı gibi, Plaza-site-alışveriş merkezi üçkeninde sıkışmış hayatları anlatıyor, ve bir hayatın nasıl trajediye dönüşebileceğini. Etkileyici idi... 

'Okul Sıkıntısı', Daniel Pennac’ın otobiyografik romanı, kendisi kötü bir öğrencilik yaşamış olan Pennac’ın kendi gözünden okula ve eğitime bakışını anlatıyor. Okumasam da olur dediğim kitapların üzerinde fazla durmuyorum... 

Palto, Gogol’un uzun öyküsü, çoğumuz duymuştur; “Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık” diyen Dostoyevski’nin sözünü. Gogol’un ironi dolu dili, hem zevkli hem de fazlasıyla eleştirel. Bu kısa kitabı bir oturuşta bitirip eğlenceli bir zaman geçirebilirsiniz... 

'Ölüm Terbiyesi', Zeynep Sayın’a ait. Devlet ve toplum ilişkisinde cezaları, şiddeti ve ölümü anlatan bir kitap, entelektüelite olarak iyi fakat anlatmak istediğini maalesef çok da iyi aktaramayan, konunun fazlaca dağıtıldığı bir kitap olmuş... 

'İnsanlığımı Yitirirken', Japon edebiyatından; Osamu Dazai’nin bu kitabında karekterin yaşamı çocukluğundan itibaren yalın bir anlatı ile verilmiş. Çocukluğundaki yalnızlığı, gençliğinde ailesinden uzaklaşışı, ve yetişkinliğinde yaşadığı varoluşsal sıkıntıları ele alıyor. İsmi ile paralel yani bir yitişin hikayesi, insana kendi hayatını daha iyi yaşaması gerektiğini de hatırlatıyor aynı zamanda...

Yine bir Japon kitabı 'İtiraflar', Kanae Minato’nun gerilim romanı, ufak kızı havuzda ölü bulunan bir ortaokul öğretmeninin, kızının katillerinin kendi sınıfından olduğunu söylemesi ile başlayan ve iki öğrencisinden intikam alması ile devam eden bir kitap. Gerçekten çok beğendim, tavsiye ederim... 

Bu ay favorim olan bir diğer kitap ise, 'Körler Ülkesi', H.G Wells imzalı. Dış dünyadan kopmuş ve sakinlerinin tamamen kör olduğu bir kabilenin yaşadığı yere gelen gören birinin yaşadıklarını anlatıyor. Öyle ki görme kavramını bile bilmeyen bu insanlar, görmek, göz vs gibi terimleri de bilmiyorlar ve buraya gelen gören adamın bahsettiği bu şeyler yüzünden onu aklı başında olmamasına yoruyorlar. Karakterimiz Körler ülkesinde tek gözü gören kral olur deyimini hatırlıyor ama hiç de söze uyan bir şekilde davranıp karşısındaki insanları ikna edemiyor veye boyunduruğa alamıyor tam tersine yarım akıllı muamelesi görüyor. Körlük elbette bir metafor olarak kullanılmış bu kitapta, 50 sayfalık dev bir kitap bence... 

'Kitap', Réne Belletto’nun eseri , gizem türünde diyebiliriz, kimden geldiği bilinmeyen bir kitap, yine kimin yazdığı belli olmayan bir kitabın tuhaf hikayesi ve bir arayış üzerine. Sürpriz sonlu... Fena değildi. 

Nisan ayını dört Fransız , ikişer Japon ve Türk ile bir İngiliz edebiyatı ile bitirmiş ve yaklaşık 1500 sayfa yol kat etmişim. Sayfa sayısı düşük olsa da yüzde 80 sevdiğim ve nitelikli kitaplar okuduğum İçin kendimi ilerlemiş olarak varsayabilirim. Bakalım Mayıs ne olacak. 

Sevgiler
Historian

2 Nisan 2018 Pazartesi

Mart Ayında Okuduklarım


Bugün nisan ayının ilk pazartesisi olma sebebiyle konumuz kitap, hiç vakit kaybetmeden fotoğraftaki kitaplar hakkında bir kaç kelam etmeye başlıyayım. 

'Bilgiyle Sohbet'; Prof.Dr.A.M.Celâl Şengör, çoğumuzun aşina olduğu bir bilim insanı olarak fazlasıyla üretken bir yazar, kendisi uluslararası düzeyde tanınmış olan hocanın birçok şeref payesi ve ödülü de bulunmakta, burada anlatmakla bitmez. Kendisi, çoğunluğunu 90’lı yıllarda 'Cumhuriyet Bilim Teknik' dergisinde yazmış olduğu yazıları bu kitapta derleyerek okuyucuya sunmuş, 700 sayfayı aşkın bu makaleler toplamı birçok konuya parmak basıyor, ben mart ayı içerisinde kendisini başucu kitabı yapıp, geceleri 2-3 makalesini okuyarak bütün bir aya yayarak tadını çıkardım kitabın, tavsiye ederim, tam bir bilim kitabı. 

'Fikirler İçin Ölmek'; Costica Bradatan imzalı bir kitap yazar, Sokrates, Hypatia, Thomas More gibi öldürülen veya ölüme mahkum edilen filozofların yaşadılarından yola çıkarak onların hayata bakışlarını ve onlara dayatılan zorbalıklara karşı duruşlarını ele alıyor aynı zamanda burdan da tümevarımsal çıkarımlarla okuyucunun kendi hayatını sorgulamasını amaçlıyor, farklı bakış açıları kazandırması ve öğretici olması açısından beğendiğim ve tavsiye edebileceğim bir kitap oldu diyebilirim.

'29 Numaralı Koltuğun Hikayesi' ve 'Fransız Akademisi’ne Kabul Konuşması' kitapları her ikisi de Amin Maalouf kaleminden çıkma ve her ikisi de bağlantılı, Amin Maalouf eserlerinde tarihi ve araştırmacı bakış açısını çok iyi kullanan bir yazar, kendisi 2012 yılında Fransız Akademisi’nin boşalan 29. Koltuğuna seçiliyor, kabul konuşması ve ona ithafen verilen cevap bir kitap haline getirilirken, Maalouf, oturduğu koltuğa daha evvel oturan kişilerin hayatları temelinde Fransız tarihine bir bakış atarak aynı zamanda tarihi bir inceleme sunuyor. Belirtmem lazım ki yüzyıllar önce Fransız elitinin kendi aralarında biraraya gelip ettikler sohbetlerin kurumsallaşması ile Akademi haline gelen kurumun üyeleri koltuklarına hayat boyu seçilmekteler. Biraz spesifik bir konu olsa da , peş peşe okunulmasını tavsiye edeceğim iki kitap oldu... 

Sıradaki üç kitap, aynı zamanda koleksiyonunu yaptığımız İş Bankası Modern Klasikler serisinin 110-111 ve 113 numaralı kitapları, üçünden aynı anda bahsediyor oluşumunun sebebi hem peşpeşe çıkmaları hemde benim geçen hafta üçünü aynı gün okumamdan kaynaklı. Leo Perutz’un okuduğum ilk kitabı olan 'Leonardo’nun Yahudası' , Da Vinci zamanında geçiyor ve ressamın son akşam yemeği tablosunu yaparken, Hz.İsa’ya ihanet eden havari Yahuda’nın tasviri konusunda tıkanması ile paralel zamanda yaşananları ve yahudayı tasvir edebileceği kadar kötü niyetli birini bulmasıyla resmi tamamlaması sırasında yaşanan birtakım olayları romanlaştırmış bir kitap. Gerçekten etkiyeci bir kitaptı. Hiç düşünmeden tavsiye ederim.Jack London’un Beyaz diş, Vahşetin çağrısı, Martin Eden gibi kitaplarını okuduktan sonra, 'Bir Kuzey Macerası', oldukça kısa ve hafif kaldı açıkçası, gerçi yine arka planda bir doğa tasviri, Mackenzie Irmağı vs derken aynı atmosfer, bu sefer Yerli Halk ve Beyazlar arasındaki mücadelenin, bir aşk hikayesi ile harmanlanarak anlatıldığı bir kitap ile karşımıza çıkıyor London, alıştığımız seviyenin altında desem, umarım yanlış anlamaz:) 'Zacharius Usta’da Jules Verne, İsviçre’de bir saat ustasının kibrini anlatıyor. Bölgenin en tanınan saat ustalarından Zacharius’un yaptığı kusursuz saatler, bir süre sonra müşterileri tarafından geri gönderilmeye başlıyor, görünüşte hiçbir sorunu olmayan bu saatler, Zacharius Usta'nın adının lekelenmesine sebep olduğu gibi esas olarak, kibirin yıkıcılığına vurgu yapıyor ve bir trajediyi bizlere anlatıyor. 

'Felaketzedeler Evi'; yazarının şizofren tedavisi için kaldığının benzeri bir bakımevi ortamında geçiyormuş, Kübalı yazarın, Latin Amerika edebiyatının karakteristik bir takım özelliklerini barındıran bu kitabı zaten sonra kendi ülkesinin edebiyat klasikleri arasına girmiş, maalesef kendisi de 47 yaşında hayata veda etmiş. İspanyol dilinin edebiyatını sevenler için tavsiye edebilirim. 

'Bir Kedi, Bir adam, İki Kadın' ; Japon edebiyatına ait, klasik bir Japon edebiyatı ürünü olan kitap gibi az olaylı, durağan fakat insanı derinden , yavaş yavaş etkileyen bir kitap. Kedisi olan bir adamla (Şazo) yaşayan kadının; biraz da adamın eski eşinin sebep olmasıyla kediyi kıskanması ve Kedi (Lili) ekseninde dönen ilişki çemberi anlatılıyor, az ve öz olmasıyla yine tavsiye edebilirim, Japon edebiyatı ayrı bir üslup ile hemen farkedilir olup insanı etkilemesi açısından gerçekten çok başarılı. 

'Tebrikler Kovuldunuz'; Sosyal medyada görüp, videolarını beğendiğim Kaan Sekban’a ait. Kendisi bir bankanın genel merkezinde çalışıyorken istifa edip sahne sanatları konusunda yoluna devam etmeye karar veriyor, işten ayrılmadan evvel Amerika’da oyunculuk eğitimi alıp sonrasında da Türkiye’de bir takım organizasyonlarda yer almak İçin mücadele etse de işler istediği gibi gitmiyor ve evinde sosyal medyadan canlı komedi programları yapmaya başlıyor ve bu zamanlar geniş bir kitleye hitap etmeye başlıyor, kendisi bu süreçte yaşadıklarını çok akıcı bir üslup ile anlatmış, şuan da zaten sürekli olarak farklı şehirlerde showlar düzenlemeye devam ediyor. Çok eğlenceli bir insan. 

'Faydacılık'; 19.yy da yaşamış John Stuart Mill imzalı bir kitap, faydayı ya da en yüksek mutluluk ilkesini ahlakın temeli olarak kabul eden öğretiyi, hem birey hem de bireyin devlet ile olan ilişkisi kapsamında değerlendiriyor, okurken sık sık altını çizdiğim yerleri olan bu kitabı ve Alfa Yayınları'nın aynı serideki diğer kitaplarını şiddetle tavsiye ederim. 

Son olarak “Gülme” kitabında Henri Bergson, insanı hayvandan ayıran bu eylemin üzerinde çok az durulduğunu söylediği kitapta, gülme eylemimin hangi koşullarda nasıl ortaya çıktığını irdeleyen bir kitap yazmış, kendisinin Nobelli olduğunu da atlamak istemem...

Netice itibari ile 12 kitap, 2500 sayfayı aşan ve genelde de beğendiğim bir okuma takvimi ile nisan ayını umutla karşılıyorum, hepimiz için iyi bir bahar olsun...

P.S.: Mini çekilişiminizin talihlisi Sayın; Oktay Özcengiz oldu.Web Sürümündeki Bana Ulaşın sekmesinden adres ve telefon bilgilerinizi gönderebilirsiniz.

Sevgiler
Historian

5 Mart 2018 Pazartesi

Şubat Ayında Okuduklarım


Mart ayından merhabalar, geçen ay bu yıl içinde ilkini yaptığım bir aylık okunanlar yazısına "Şubat Ayında Okuduklarım" ile devam ediyorum. Fotoğrafta gördüğünüz kitaplar, kitaplığın okunanlar kısmında yerini almışken bende şöyle bir iki kelime edeyim. Üst sıradaki üç kitap bu ay pek tutmadığım sevemediğim kitaplar oldular. 

'Paris Köylüsü', kitaplarda sürrealist üslubu sevmiyor oluşumu bir kez daha teyit etti. Hani baştan sona okursunuz da kitap ne anlatıyor diye düşündüğünüzde bir cevap veremezsiniz kendinize, yazar aklına o an ne geldiyse yazmıştır, öyle bir kitap. 'Yaz', içinde Albert Camus imzalı 8 öykü olan bir kitap. 'Yitik Paradigma' ise antropoloji konulu bir kitap, bilimsel temelli. Fakat biraz eski bir kitap olduğundan ve malumunuz bilimde hızla ilerleme kateden bir alan olduğu için; zaman, kitabı olumsuz şekilde etkileyen bir unsur olmuş. 

'Carmen', bir Fransız klasiği, romantik dönem Fransız edebiyatı için önemli bir kitap, çingene olan ve hiçbir erkeğe bağlanmayan Carmen ve onun için mücadele ederken hayatını oradan oraya sürükleyen bir adamın hikayesi. Eğlenceli ve tabiki trajik. 

'Pandanın Başparmağı' evrim ile ilgili bir kitap, 30 bölümde teorinin farklı noktaları ele alınmış ve dikkat çekilmiş tavsiye ederim. 

'Nagazaki' ise sıradan bir hayatı olan yalnız yaşayan Japon bir adamın evinde eşyalarının yer değiştirmesi ve bunu fark etmesiyle gerçekleşen bir takım olaylar yer alıyor, gerçek bir olaydan kitaplaştırılmış bir hikaye. 

'Uçan Spagetti Canavarının Kutsal Kitabı' ise, çok eğlenceli, uzun süredir merak ettiğim bir kitaptı, dinlere parodi bir din yaratarak ironiyle yaklaşan farklı bir kurgu. Pastafarian dininin temelleri ve öğretileri yer alıyor bunu da tavsiye ederim :) 

Maalesef bu ay kitap konusunda işler kesat geçti, yaklaşık 1250 sayfa ve 7 kitap, gerçi şubat kısaydı yapacak bişey yok. Bakalım mart nasıl geçecek. İyi haftalar.

Sevgiler
Historian

5 Şubat 2018 Pazartesi

Ocak Ayında Okuduklarım


Herkese şubat ayından merhabalar, umarım yeni yılın ilk ayını bitirmişken hepimizde herşey yolunda gidiyordur bu ocakta neler okuduğum hakkında bir derleme yazısı yazmak istedim. Geçen yıl da kitap içerikli yazılarım mevcuttu, fakat hayatın keşmekeşi derken düzenli hale getiremedik o , okuduklarımızı buraya geçirme işini, tabii blogun muhteviyatını oluşturan unsurlardan biri de "Kitap" malumunuz. Bu sebeple her ayın ilk pazartesi günü geçmiş ay okuduğum kitaplar üzerine bir yazı yazmaya karar verdim 2018 yılı içinde, umarım her pazartesi başlanmaya karar verilen ama bir türlü başlanamayan eylemlere benzemez bu iş, bol bol okuyup yazarız hep birlikte, sizlerde neler okuduğunuza dair yorum yapabilir ve tavsiyelerinizi yazabilirsiniz, gördüğünüz fotoğraf ocak ayı içerisinde okuduğum kitaplar, 11 kitap ve toplam 2100 sayfa civarı okumuşum, aslında şöyle bir “beni bıraksınlar günde iki kitap okuyayım” modundayım ama maalesef iş hayatı, başka gereklilikler derken haftada iki kitap/500-600 sayfa altına düşmemeye çalışmak bile bir lüks oluyor. 

Konu edebiyat olunca, diğer incelemelerimdeki gibi aman efendim kalemin şurası şu kadar santim, aman efendim şu kadar sürede kuruyor bu mürekkep gibi net ve kesin cümleler kuramıyoruz elbette, şuan görünen 11 kitabın hepsini elbette beğenmedim zaten böyle birşey mümkün de değil, bir kaç kelime edecek olursam kitaplar hakkındaki yorumlarım şöyle.

"Pascual Duarte ve Ailesi"; kitap ince bir kitap zaten bu arada her kitabın künyesini ben ajandama yazıyorum lakin buraya fotoğrafını eklediğim için bu kadar ayrıntının gereksiz olacağını düşündüğümden buraya yazmıyorum, ismi yazıldığı taktirde her bilgiye ulaşılacağını öngörüyorum söz konusu kitaplar için, her ne ise kitap Nobelli, İspanyol Edebiyatına aşina olanlar bilir, edebiyatlarında genelde, belki bizler için absürd gelen şeyleri çok normal şekilde yaşarlar, birileri ölür, biri çekip gider veya gelir fakat okuyucunun beklediği tepkiler verilmez, böylece okuyucu ters köşe olabilir, kitap İçin “eh” diyorum. 

İkinci kitap "Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok", idi ismi bazen sadece “Garp cephesi” olarak da çevrilmiş fakat özgün ismi de hemen hemen bu anlama geliyor, Behçet Necatigil çevirmiş, kitap savaşın insan üzerinde etkisi ve değişimi üzerine diyebiliriz, savaş karşıtlığını temsil etmesi açısından kült bir kitap.. 

"Michael, Çocuksu Topluma Gençlik Kitabı", üzerinde durmak istemediğim bir kitap, Elfriede Jelinek’in yazdığı herhangi bir kitabı değil öylesine kurduğu bir cümle ile dahi karşılaşmak istemiyorum hayatımın geri kalanında, sağolsun. 

"Tütüncü Çırağı", Robert Seethaler’in romanı, diğer Jaguar Yayınları gibi farklı ve güzel, İkinci Dünya Savaşı hemen öncesi başlayan bir hikaye , içinde Freud’un da olduğu bir kitap kötü olabilir mi? Tavsiye edilir, sakin, yalın,temiz bir dil....

Kadersizlik, Macar Edebiyatı, sanırım ilk defa Macar Edebiyatı okudum, yazar aynı zamanda olayları başından geçiren kişi yaşanmış bir hikaye. Bu kadar genç birinin olaylara masumca bakışı ile baktığı şeylerin kendi acımasızlığı arasında oluşturulmaya çalışınılan zıtlıktan doğan anlatının kötü olmadığını söyleyebilirim, yine Nobel ödüllü... 

"Gazi Mustafa Kemal Atatürk" İlber Ortaylı’nın kitabı daha çok çok yeni, hoca genelde Timaş Yayınevi' nden benim tabirimle “çerez” kitaplar çıkarır, fazlasıyla genele hitap eder, İş Bankası'ndan çıkan kitapları daha spesifiktir, sağolsun bu yeni kitabı ile de şaşırtmadı yine fazlası ile genele hitap eden bir kitap olmuş, kendisine sonsuz saygım var, Türkiye’ye tarihi sevdiren isim diyebiliriz fakat maalesef ders kitabı olarak gösterilecek bir kitap hala daha yazmaması hala daha bu kadar yüzeysel yazması en azından biz meslektaşlarını hayal kırıklığına uğratmaya devam eden bir durum, merhum İnalcık Hoca’nın çizgisine biraz yaklaşmasını dört gözle bekliyorum, bilmek ve anlatmak çok farklı iki olgu, bunu bir kez daha tecrübe ettim diyebilirim yine de kalemine sağlık...

"Hava Nasıl Tarih Yazar", çok beğendiğim bir kitap oldu, hem öğretici hem de akıcı, önemli hava olaylarını ve tarihe olan dolaylı ve doğrudan etkilerini anlatıyor, tavsiye edilir... 

"Penolope", benim gibi mitolojik hikayelere merakı olanlar İçin alternatif bir anlatım sağlayarak eğlenceli bir okuma sağlıyor,yazarın başka kitaplarına da denk gelirseniz okuyabilirsiniz ben de öyle yapacağım... 

"Mösyö Pain" hakkında diyecek bir şeyim yok, çok beğenilmiş ama neyi beğendiler anlamadım pek...

Miramar ise 1988 Nobelli Necip Mahfuz imzalı, bir pansiyonda geçen ve yaşanan olayların pansiyondakilerin bakış açılarına göre ayrı ayrı ele alınmasıyla şekillenen hikaye oldukça sakin ama bir o kadar da enerjik, doğu kültürü işlendiğindendir midir bilmem, kitabı okurken Farid Farjad dinlemek iyi gider diye düşünüyorum... 

B,Bira ise gerçekten bir çocuk kitabı gibi , biranın başrolde olduğu bir masal, bu yetişkinler için olan çizgi filmler ve çocuk kitapları gibi diyebiliriz, Tom Robbins’in başka bir kitabını daha okuyacağım sanırım, sizlere de tavsiye ederim. 

Gönül istiyor ki oturalım sadece bir kitap hakkında bir saat konuşalım orasından burasından çekiştirelim ama şuan için pek mümkün görünmüyor, yazıda yazdığım gibi, sizler de yorumlara okuduğunuz kitapları yazabilir ve bizlere tavsiye etmeye değer gördüklerinizi, eleştirebilirsiniz. Benden bu kadar.


Sevgiler
Historian

10 Eylül 2016 Cumartesi

Mürekkep Şenlikleri 3 ve SONUCU


Gelenekselleşmeye aday, Mürekkep Faresi ile ortak yaptığımız Mürekkep Şenlikleri'nin üçüncüsüne geldi sıra. Bayramın da etkisiyle bu kez en sevdiğim renk ve mürekkeplerden birini sizinle paylaşmak istedim.Yanına da son zamanlarda popüler kitaplardan birini eklemeyi uygun buldum.

Çekilişi kazanan şanslı 1 kişi;

-Montblanc Burgundy Red mürekkep
-Adam Fawer'ın Oz kitabını kazanacaktır.


Çekiliş şartları

1- Benim izleyicim olmanız. ( Bu şartı sağlamak için sitenin web sürümü görünümünde yazının veya ana sayfanın sağ tarafında ki ''izleyiciler'' panelinde ''Bu siteye katıl'' sekmesine tıklamanız yeterlidir. Mobil uygulamada sayfanın en altında yazan web sürümüne geçmeyi unutmayanız.)  

2- Bu yazıya katıldığınızı belirten 18 Eylül 2016 saat 20.00'a kadar 'En Sevdiğiniz Mürekkep Markası'na dair bir yorum bırakmanız.Sağlıcakla kalın, İyi Bayramlar...

Mürekkep Faresi'nin çekilişine de buradan ulaşabilirsiniz. 

#Edit; SONUÇ:

Çekiliş sonucunda şanslı kişi; Özgür Arun olmuştur.İletişim bilgilerinizi bekliyorum.



Sevgiler

Historian

28 Ağustos 2016 Pazar

Haftanın Kitapları XV


Bugün kendisinin kitaplarını okumakta geç kaldığımı düşündüğüm yazar Amin Maalouf'un üç kitabı var haftanın okunanlarında. Genelde ilk defa okumaya başlayacağım yazarların; üslubunu, konu seçimini, yarattığı kurgusal dünyayı tek kitabı ile değerlendirmektense daha doğru kararlara varabilmek ve yazarın edebi gelişimini kavrayabilmek  için yazılış sırasına göre iki-üç kitabını peş peşe okumaya özen gösteriyorum.

Yazarın yazmış olduğu ilk kitap "Arap'ların Gözünden Haçlı Seferleri" isimli bir tarih incelemesi 11.-12.yy tarihçilerinin eserlerini ele alarak yazılan kitap,günümüzde batı ve doğu, Müslümanlık ve Hristiyanlık arasındaki "savaşın" sebeplerini anlamaya yardımcı oluyor. Fakat kitap, yazarın değerlendirmelerine, olayı yorumlamalarına yer vermediği için anlatım bir süre sonra çok fazla kronolojik gelmeye başlıyor. Elbette, tarih diyoruz yorum ne kadar olabilir diyoruz fakat olayları objektif olarak yorumlayarak okuyucuya sunmak gerekliliği de söz konusu yine de yazar bir edebiyatçı olduğu için, tarihçiden beklenen davranışların hepsini sergilemesini beklemek ve olumsuz olarak eleştirmek de haksızlık olur. İsminin başında Prof. ünvanı olan çoğu tarihçiden daha çok tarihçi Amin Maalouf. Kitabımızı çeviren Ali Berktay, kitabın yazım tarihi 1983 YKY'den basımı ise 2006 yılında yapılmış ve elimdeki 12.baskı 2015 Ocak. 

Amin Maalouf'un ikinci romanı "Semerkant",İran tarihini hem Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Vezir Nizamülmülk çevresinde anlatırken hem de 1900'lü yılların başında siyasi buhranlara değinip kitabı Titanic'e kadar taşıyor. Yazar'ın ilk kitabından sonraki kitaplarında tarihin kurgu ile harmanlandığına şahit oluyoruz bu konuda gerçekten çok çok başarılı bulduğumu söylemeliyim kendisini. Hem yeni şeyler öğrenirken hemde güzel bir roman kurgusu içinde insan kayboluyor ve yine yazarın Lübnanlı olması avantajı ile doğulu yaşam tarzını çok iyi yansıttığını görüyoruz. Semerkant 1988 yılında yazılmış, Çevirşini yine Ali Berktay'ın yaptığı kitap elimdeki 75.baskıyı 2015 de çıkarmış durumda. 

"Doğu'nun Limanları" ise Birinci Dünya savaşı sırasında Ermeni-Türk ilişkilerini Osmanlı Hanedanı'ndan birisinin başrolünde olduğu kurgu ile anlatmakta. Biraz kısa olan roman, diğer kitaplar gibi bölümlerden oluşmakta ve baş karakterin anıları olarak sunulmakta. 1996'da yazılan kitap Semerkant gibi katmanlı yapıda olmasa da insanı yormayan ve okumaktan zevk aldığım bir kitap oldu. 58.basımı Nisan 2016 da yapılmış kitabın çevirisi Saadet Özen'e ait. Henüz okumadıysanız Amin Maalouf'un kitaplarından birini okumanızı tavsiye ederim, sanırım ben diğer kitaplarını da sırayla okuma listeme ekleyeceğim.

Sevgiler
Historian

12 Ağustos 2016 Cuma

Haftanın Kitapları XIV


Herkese Merhaba, haftanın okunanlarını tarihe not düşmenin vakti geldi. İlk okuduğum kitap blog'da okuduğum kitapları yazmaya başlamadan kısa süre evvel tanıştığım bir Japon yazara ait; Kazuo Ishiguro... Kendisinin okumuş olduğum ilk kitabı "Uzak tepeler"i üç kişilik kitap tartışma grubumuzda ele almış, okumuş, tartışmış ve kitaptaki gizemli sonu bu sayede konuşarak kavramış,akıllıca kurulan olay örgüsünü çok beğenmiştik bu sebeple derhal başka kitaplarını da okunacaklar listesine eklemiştik geçtiğimiz kış. "Beni Asla Bırakma"yı okumanın evveli bu şekilde  kısacası. Kitap YKY basımlı. İlk baskısını Şubat 2007 elimde bulunan baskıyı ise Ocak 2016'da yapmış çeviri ise Mine Haydaroğlu'na ait. Kitabın künyesine yazılan, dikkatimi çeken ve her zaman rastlayamayacağımız bir bilgi de hoşuma gitti, çeviriye temel alınan baskı. Bahsetmişken onu da yazayım, kitabın çevirisinde Knopf Canada,2005 kullanılmış. Roman, yatılı okulda büyüyen Kathy'nin anıları ve eskiye dönüşleri şeklinde kurgulanmış. Kathy,bir organ bağışçısı bakıcısı. Bunun sebebi de okuduğu okul, çok küçük yaşlarda okumaya başladıkları "Hailsham" ismindeki okulda yetiştirilme sebepleri organ bağışçısı veya bu bağışı yapan arkadaşlarına bakıcılık yapacak olmaları. Okulda okuyan çoçuklar ileride başına geleceklerin bilincinde. Ben bu durumdaki çoçukların kimsesiz çoçuklardan seçildiğini düşünmüştüm kitabın büyük bir kısmında fakat olay sonra çok farklı bir boyut kazandı, genelde kitapların ayrıntılarına çok girmiyorum ki okumayı düşünenler için merak unsuru itici bir güç olmaya devam etsin, o yüzden bu konuya değinmemek daha uygun. 

Yazar,sade dili ile okuyanların ilgisini canlı tutmayı başarıyor fakat romanda verilmek istenilen düşünceye katkısı olmayan  veya ana konuyu beslemeyen Kathy'nin birçok okul anısı bana biraz fazla lüzumlu gelmedi o yüzden olması gerekenden en az 50 sayfa uzatmış diye düşünüyorum kitabı. Olumsuz anlamda tek eleştirim bu. Aynı zamanda yazarın şu ana kadar okuduğum iki kitabını göz önünde bulundurursam, karakterlerin çoğunun kadın olması dikkatimi çeken bir diğer unsur. Uzak Tepeler'de bir anne ve kızı ile komşuları olan kadınla yaşadıkları durum söz konusu iken Beni Asla Bırakma'da baş karakter onun en yakın arkadaşı, okul yöneticisi ve kitapta yine önemli karakterlerden, çoçukların sanatsal çalışmalarını belli aralıklarla toplayan kişi ile çoğu öğretmen kadın... 

Diğer kitabım ise Nobel Ödüllü yazar Jose Saramago imzalı, Kabil. Saramago'nun dini ele alıp net şekilde ironilerle yazdığı konunun baş karakteri hepimizin bildiği ilk kardeşi Habil'i öldüren, Adem ve Havva'nın oğlu Kabil. Kabil'in Zaman'da yolculuk yapabildiği ve ölmediği kitapta, dini bazda önemli olayların gerçekleştiği  mekanlara giderek onlara tanık olması bu olayları ele alması ve Efendi (Tanrı) ile ilgili düşünceleri ona seslenişi yer alıyor. Bölümlerden oluşan kitapta:Yaratılış, Lut kavminin helak edilmesi, İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban olarak sunmaya çalışması, Nuh'un gemisi gibi genel dini olayları görebiliyoruz. Tabiki tahmin edebileceğimiz gibi kitap basılmasından sonra ufak çaplı bir kıyamet kopmuş ele aldığı konular sebebiyle de sansüre de maruz kalmış. İlk 30-40 sayfa yazarın dili her zamanki üslubundan daha yavan  gelmişti ama sonradan bu durum düzeldi ve kitabı memnun olarak bitirdim. Künyemizi de yazarak yazının sonuna gelelim: Kırmızı Kedi Yayınevi'nden çıkan kitap ilk basımını Eylül 2011,13.basımını ise Mart 2016 yılında yapmış, çevirisini Işık Ergüden üstlenmiş. 

Sevgiler
Historian

5 Ağustos 2016 Cuma

Haftanın Kitapları XIII


Bu yazı, 'Haftanın Kitapları' başlığı altında olsa da itiraf etmeliyim ki bu hafta okumuş olduğum kitaplar değil. "Haftanın Kitapları"nın son incelemesinden bu yana okuduğum üç kitap. Bu duruma değindikten sonra kitaplarımıza geçebiliriz. 

Kitaplardan ikisi uzun zamandır kitaplıkta okunmayı bekleyen inceleme, biri ise modern klasiklerin son sayılarından roman. "Tunç Çağının Sonu" İş bankası Kültür Yayınları tarafından Ekim 2014'te basılmış, Robert Drews imzalı ve Tolga Ersoy ile Gürkan Ergin'in dilimize kazandırmış olduğu bir eser. Kitabın amacı İ.Ö 1.200 dolaylarında özellikle Akdenizde hakim güçlü devletlerin,kültürlerin; birden yıkıma maruz kalmasının yıllardır tartışıla-gelen sebeplerini irdelemek ve değişik savlarla akıl yürütme yöntemiyle sonuca ulaşmak diyebilirim. Bu öyle bir dönem ki Batı'da Miken, Anadolu'da Hitit siyasi egemenliklerinin birden son bulduğu Mısır'ın da çok zor durumlara girdiği bir dönem. Bu kadar etkili ve ani bir yıkıma neyin sebep olduğu konusu yıllarca farklı görüşler ortaya çıkmasına sebep olmuş, kitabımızda bu görüşleri ele alıp en akla yatkın olanı bulmaya çalışıyor... 

Freud'un Din konusunda yazdığı bu kitap Payel Yayınevi'nden 2002 mayıs çıkışlı açıkçası beklentimi yüksek tutmuş olacağım ki hayal kırıklığı yaşadım, çok kavramsal ve konunun özünden uzak buldum Freud'u... 

Son kitap ilk defa okuduğum yazarlardan, mayıs 2016 basımlı, İş Bankası Kültür Yayınları'ndan Modern Klasikler serisinden 77 numaralı 'Boyalı Peçe'. 1900'lü yılların başında geçen kitap bir kadının aldatma hikayesi diyebiliriz.Kitap sonuna kadar bir sürprizle karşılaşma beklentim boşa çıkınca, bir süre modern klasikler serisinde çıkan kitaplarla arama mesafe koymaya karar verdim, daha nitelikli kitaplarla serinin devam etmesini temenni ediyorum.



Sevgiler

Historian

1 Temmuz 2016 Cuma

Haftanın Kitapları XII


Pek ayrıntıya girmeden, haftanın okunanlarını şuraya not düşelim en iyisi. Bir yazarı ilk defa okuyorsam genellikle iki kitabını peş peşe okuyup onun üslubu hakkında kendimce daha fazla çıkarım yapmaya çalışıyorum;Uzak Doğu edebiyatından Ha Jin'in gördüğünüz iki eserini bu hafta okuyup değerlendirme fırsatım oldu. 

Eserlerin temelini Çin, daha doğrusu komün hayatının hüküm sürdüğü Çin kültürü oluşturuyor. Yazar kuşak olarak soğuk savaş dönemi sonrası kuşağından olsa da sanırım ailesinden dolayı dönemden oldukça etkilenmiş ki eserlerinde bu öğeye oldukça fazla yer vermiş. 

"Bir İhanetin Haritası" Sovyetler,Amerika, Uzak doğu arasında geçen soğuk savaş dönemindeki bir casusluk hikayesi. Baş karakterimiz Amerikada CIA için çeviri yapan bir Çinli. Anlatım oldukça duru, kitabımız, kaliteden yoksun olarak Matbuat yayın grubundan çıkmış, çevirisini, kağıdını, kapağını taktir ettiğimi söyleyemeyeceğim. 

Diğer kitabı "Küçük Havuzdaki Büyük Balık" ise yine komünist Çin'de, sistem çarklarının her birinin yükünü üzerinde hisseden sıradan bir işçi ve onun amirleri ile mücadelesi yer alıyor. "O yazarda sonra hayatım değişti" derseniz bir gün, o yazar Ha Jin değildir bence, yinede Uzak Doğulu yazarlar arasında okuduklarım arasında Batı'ya en yakını, gizem veya mistisizm yok, düz ve yormayan cinsten bir biçemi var. 

Bir diğer kitap "Hitler Kitabı" ilk baskısı olduğu Zaman 2009'da bu kitap ilgimi çekmiş ama  bir türlü alıpta okumamıştım, 4.baskısını 2013'te yapımış ben de geçen aylarda aldım. Kitap aslında Hitler'in İki yaverinin verdiği ifadeler neticesinde Stalin için hazırlanan biraz da okuyacak olanın okuma zevkleri göz önüne alınarak kurgulanan bir gizli belge. Yıllar sonra gizliliği kaldırılıp erişime açılmış ve bu yüzden anlatılanların bir kısmı zaten belgesellerde de yer aldığı için hiç bilmediğimiz sırlar vermiyor bize kitap, ama okurken sıkılmadım fena değildi. NTV'nin diğer yayınları gibi merak uyandırıcı. 

Son kitapta Descartes, metafizik üzerine düşünceler;Tanrı, ruh, akıl, zihin, varlık gibi kavramları, kendi deyimiyle, tüm ön yargılardan, ve doğru olarak bildiklerinden arınıp tekrar ele alıyor ve bunları irdeliyor. Hızlı akan, çeviri dili çok başarılı bir kitap. İşte okunanlar böyle. 

İyi haftasonları.

Sevgiler
Historian

22 Nisan 2016 Cuma

HAFTANIN KİTAPLARI VII


Yaklaşık 1 ay zorunlu ara verdikten sonra haftanın kitapları ile tekrar buralardayım. Bu süre genellikle makaleler ve bazı kitaplardan bölümler okuma ile geçtiği için maalesef edebiyattan, felsefeden biraz uzak kaldım o sebeple gelecek hafta bu kitap açlığı ile 4-5 roman okuyup,onlardan bahsetmem yüksek ihtimal. 

Haftanın kitaplarını yazmadığım bu birkaç haftada ise şu 3 kitabı okudum; ilk kitap: Roma'nın Yurtsever Tarihçisi Titus Livius, Bedia Demiriş'in yazdığı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları'ndan çıkan bu kitap geçen haftalarda okumuş olduğum yine Bedia Demiriş'in  Tacitus'u gibi Roma dönemi tarihçiliği hakkında. 

Roma krallık döneminde yüksek magistiratların yani memurların tutmaya başladığı basit kayıtlar olup sonra gelişim gösteren "Commentarii" ler, din görevlileri pontifexlerin tuttuğu yıllıklar olan "Annales Maximi"ler ve daha bir kaç eski kayıt tutma belgelerinin tanımlarını içeren bölümlere yer veren Bedia Demiriş sonra Livius'un tarihçiliğine, üslub ve biçemine, ona yöneltilen olumlu-olumsuz eleştirilere değiniyor ve onun üstünden dönemin tarihçiliğine değiniyor,bilgilerin okuyucuya sunuluş şekli ve içeriği açısından çok yararlandığım bir kitap oldu,hem bir ders kitabı olarak tarihçilere veya Latin dili gibi bölümlerde okuyanlara hem de genel okuyucuya hitap eden bir eser. 

Bir diğer okuduğum kitap ise: Sina Akşin'in "Kısa Türkiye Tarihi" en sevdiğim yayınevlerinden olan İş Bankası'ndan Eylül 2007'de ilk basımı olmuş bir kitap. Maalesef beni hüsrana uğratan bir kitap oldu Osmanlı ve Türk kültür hayatı hakkında güzel tanımlarla başlayan kitap Tanzimat Fermanı (1839) ile olayları ele almaya başlayıp 2000'li yıllara kadar belli başlı olayları sıralıyor. Bana kalırsa genel okuyucu,yani biraz neler olmuş diye fikir edinmek, akademik seviyede bilgi peşinde olmayan ve ayrıntılarla boğulmak istemeyen okuyucu için bile çok yüzeysel bir kitap, Vikipedi'de daha tatmin edici düzeyde bilgilere ulaşmak, okumak mümkün. Aynı zamanda yazar niyeyse daha evvel kimsenin kullanmadığı terimler ve kısaltmaları kullanarak dikkatimi çekti, örneğin Mondros Mütarekesine; "Mondros bırakışması" demesi veya İttihat  ve Terakki'ye kısaca İT, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini ise ARMHC demesi ve devamlı öyle kullanması. "Bana göre böyle denmeli" diyerek terminolojiye farklı bir boyut ekleme lüksünün olmaması gerektiği bir alan tarih, bu tip farklı kullanımlar aynı konu hakkında bilgi düzeyini arttırmak isteyen insanlar için sıkıntı çıkarabilecek olduğu kadar, okuyucunun canını sıkan yenilikler olmaktan öteye gitmemekle birlikte okuyucunun gözünde yazılan konunun da içini boşaltmakta bana kalırsa. Demekki,başında bişeyi bize kısaca sunmayı vaad eden kitaplardan uzak durmak ve tedbirli olmak gerek yoksa bildiklerimizi de unutmak mümkün. 

Ve hüsranlarla dolu okumalarımın son kitabında "Genç Werther'in Acıları"mevcut Goethe'nin yazdığı dönemde bir çok insanın intihar etmesine sebep olan bu kitap okuduktan sonra bende de bir düşünce meydana getirdi elbette; "Bu insanlar niye intihar etti?" Can Yayınları'nın  mini kitap versiyonunu bizlere sunduğu kitapta genç bir adamın arkadaşına yazdığı gel-git dolu ruhsal dünyasının yansıması olan mektupları görüyoruz. İlgimi çekmeyen konu edebi yönden de zayıf olunca,öylesine okumuş olduğum bir kitap olarak  listeme eklendi Genç Werther o yüzden üzerinde durmam gereken pek bi husus yaratmadı. Bu hafta herkese verimli ve güzel okumalar dilerim, benden bu kadardı, görüşmek üzere...

Sevgiler
Historian

18 Mart 2016 Cuma

HAFTANIN KİTAPLARI V


Bu hafta okuduğum iki kitapta Roma tarih yazımı ve tarihçiliği ile alakalı. İlki, tarih yazarı Tacitus ve onun yazdığı Annales isimli eseri; eserde takındığı anlatımdan yola çıkarak tarihçiliği  hakkında yazılmış bir incelemeden meydana gelen kitap Augustus dönemine biraz değindikten sonra Tiberus, Caligula,Claudius ve Nero imparatorluklarını anlatmaya koyuluyor. Augustus dönemine değinişi giriş niteliğinde olduğu için esas anlattığı dönem aralığı İ.S.14-68 yılları, Annales yani tarih anlamına gelen bu eserini Tacitus'un İ.S 116 yıllarında yazmaya başlamış olabileceği düşünülmekte,eseri yazarken dikkat ettiği unsurun tarafsızlık olduğu görülen Tacitus, yazarların imparator döneminde korkudan onu öven yazılar yazdığını imparator ölünce içlerinde biriktirdikleri kin dolayısı ile de bu sefer aynı imparator hakkında nefret içeren yazılar yazdıklarını bu sebeple yazılan tarihin tarafsız olamadığını kendisinin bu konuya özellikle dikkat ettiğini okuyoruz. 

224 sayfadan meydana gelen kitabın yarısı Tacıtus'un ve onun öncesinde Roma tarih yazımının, kaynaklarının, üslubunun incelenmesinden meydana geliyor. Daha sonra ise Annales isimli eserin özeti bulunmakta, Bedia Demiriş'in yazdığı bu kitap 2002 Arkeoloji ve sanat yayınları, İstanbul künyesine sahip. 

Bir diğer kitap Eutropius'un: Breviarum Historiae Romanae yani Roma Tarihinin Özeti. Benim sevdiğim yayın evlerinden biri olan Kabalcı'dan 2007 yılında Çiğdem Menzilcioğlu  çevirisi ile basılan kitap Latince ve Türkçesi yan yana basılmış durumda misalen 34. Sayfada Latincesi yandaki 35.sayfada Türkçe çevirisi yer alıyor. Eutropius'un İ.S 369 yılında, İmparator Valens'in isteği üzerine kaleme aldığı eser Roma tarihini pek bilmeyen komutanlar'ın bilgi sahibi olmasını amaçlarken bir diğer amacı Persler'e karşı başlatılması düşünülen savaşı haklı göstermektir. 

Propaganda niteliğinde yazılmış olan eserde,  Roma'nın başarıları ne kadar çok ele alınmışsa dile getirilmesi istenmeyen durumlar üzerine de az durulmuş.Romanın İ.Ö 753 yılında kurulmasından başlatılan tarih kronolojik olarak İ.S 364 yılına kadar yalın bir şekilde anlatılmakta ve her ne kadar propaganda amaçlı yazılsa da Roma'nın yenilgilerine kayıplarına ve yıllarca çektiği sıkıntıları da yer vermesiyle dozunda bırakılan taraf olma durumu bulunan eser kıymetli bir genel tarih durumunda... Haftanın okunanları böyle, görüşmek dileğiyle.


Sevgiler
Historian


19 Şubat 2016 Cuma

HAFTANIN KİTAPLARI 1


Haftanın okunan kitapları iki tane, görüldüğü üzere biri Platon biri de Thomas More kaleminden çıkmış durumda. Yaşadıkları dönemler arasında asırlar olsa da iki düşünür aynı konu hakkında yazmış ve istedikleri devlet modelini, o devletin insanlarının hayat şeklini ele almış durumdalar. 

Birbiriyle kıyaslama yapabilme adına peş peşe okumanın daha etkili ve faydalı olacağını düşündüğüm bu iki kitaptan ilki "Devlet"te Platon yine Sokrates'in ağzından fikirlerini aktarmakta ve bir devlet kuracak olsak nasıl bir devlet olurdu, nasıl olması gerekirdi fikrinden yola çıkarak bir sohbet etrafında "Devlet" oluşturulmakta. Bu, bütünlüğünü kaybetmeyecek şekilde genişlemesini ama birliğini boğacak kadar da genişlememesini istedikleri Devlet'i yönetecek olanalara "Koruyucu" diyen konuşmacıların oluşturdukları Devlet'in oldukça radikal nitelikte özelliklere sahip olduğunu kitabın ilerleyen aşamalarında görebilmekteyiz. Savaşlara çocukların da götürülmesi ve bu sayede büyüdüklerin de yapacakları işi yakından görüp öğrenmelerini amaç edinen fikirler, kimsenin kendi gerçek çocuğunun kim olduğunu bilmemesi gerektiğini öne süren fikirler gibi. 

Kitabın sonuna doğru yönetim biçimleri; Oligarşi, Demokrosi, Timokrasi ve Zorbalık yönetimleri ele alınıp bunların işleyişi, avantaj veya dezavantaj yönleri ile  halkı ele alınıyor. Thomas More'un "Ütopya"sında ise kitaba göre zaten var olan bir adaya gidip oradaki yaşama tanık olan Raphael durumu anlatmaktadır. Ütopya'nın kapsamı ve ayrıntısı Devlet'e nazaran daha az olsa da devlette değinilmeyen konulara da değinildiği için artı yönleri de bulunmakta. 54 şehirden meydana gelen Ütopya adasıda tarımın önemine ve halkın toprağın sahibi değil  işçisi olduğuna değiniliyor. Her yıl belirli sayıda insan şehirden kırsal alana giderek nöbetleşe şekilde toprağı işlemektedir. Ütopyada her on yılda bir evlerin oturanlarının  kura ile değiştirilmesinin sebebi ise mülkiyet kavramının oluşmaması gerektiği için olduğu söyleniyor. Ütopya adasında şehirler arasında seyahat için halkın izin alması gerekirken bunu yapmayanlar için nerdeyse ölüm cezasına kadar varan uygulamalar ise genel Ütopya  yönetimine uyanan hayranlığı gölgeler cinsten yaptırımlardan sadece biri bana kalırsa. Bu özelliği her iki kitapta ta görmekteyiz. Zamanlarındaki yönetimlere karşı eleştirel olarak yazılan kitapların daha iyi bir yönetim ve toplum sunması amacı bir yerden sonra elestiridikleri olgulardan farkı kalmaması tezatı çok çarpıcı bir özellik oluşturmakta. Fakat her iki kitapta irdelenmeye ve üzerinde durulmayı hakediyor. Okunulmasi tavsiye olunur.

Sevgiler
Historian

8 Kasım 2015 Pazar

Bir Kitap İncelemesi; ÜÇ BÜYÜK USTA Stefan ZWEIG


Bugün, okumuş olduğum bir kitap hakkında şuraya bir kaç kelime yazayım da dursun diye düşündüm. Zweig'ın kitabını ağustosun başında okumuşum aslında ama arada açıp içinden pasajlar okumaya devam edince  değer verdiğim  bir kitap olduğunu anladım. Zweig'ın  üslub olarak süslü denilebilecek bir stille kadın-erkek ilişkilerini konu edindiği bir çok kitabı mevcut bunların arasında benim de severek okuduklarım var fakat bazılarındaki üslubun ağdalığı beni biraz sıkmaya başladı ve uzun süre sonra bir kitabı yarım bıraktım o kitap "Karmaşık Duygular" idi belki de "Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu" , "Korku", "Bir Kadının Yaşamından 24 Saat" gibi kitaplarını ard arda okuduğum için yazara ara vermem gerekliliği doğmuştur o yüzden "Karmaşık Duygular"ı elime tekrar alıp bitirmeyi umuyorum. 

Her ne kadar çoğu kitabında teşbihler, istiareler ve şuan aklıma gelmeyen bir sürü anlatım stili  havada uçuşsa da biyografileri tam tersine araştırma niteliğinde ve sade bir dile sahip o yüzden olsa gerek Üç büyük usta'da Balzac , Dickens ve Dostoyevski hakkında yazılanları okurken daha çok yazarla oturmuşsunuz da o size arkadaşları hakkında sır veriyormuş gibi merak uyandırıcı ve şaşırtıcı bir hava doğuyor. Kitap İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkma, 217 sayfa ve Almanca'dan çeviren Nafer Ermiş , Zweig'in kitaplarını yeniden basan İş Bankası Modern Klasikler Dizisi'nde dikkat ettiğim bir unsur da kitapların çevirmenlerinin her kitabında farklı olması fakat büyük yayınevleri bu konuya özen gösterdikleri için çevirilerin hiçbirinde sıkıntı yaşamadım ve kitaba adapte olabildim. 

Zweig kitabında bu üç ismi ele alırken , yetiştikleri kültürel çevrenin onlar üzerinde ne kadar etkisi olduğunu ve romanlarına nasıl yansıdığını da anlatıyor okuyucuya. Balzac'ın kendi yoksulluğunu kitaplarında ultra zengin karakterlere nasıl yansıdığını , Napolyon'dan ne kadar çok etkilendiğini dile getiriyor. Balzac öyle bir hayal gücüne sahipmiş ki oturmuş olduğu çatı katında gençken kuru ekmeğini yerken , iradi telkin yoluyla en pahalı yemeklerin tadını hissedebilmek için tabeşirle masaya tabaklar çizer içlerine de yemeklerin adını yazar böylece yemeğin hazzını hissedermiş. Sanırım bunu yapabilen bi insana ve hayal gücüne herkes saygı duyar. Dickens'ın kendi ulusunun istencine ne kadar uyduğunu konusunda onu eleştiren Zweig ünlü olmasını doğru zamanda dünyaya gelmesi ve halkın istediği şekilde hikayeler yazmasına bağlar bu yüzden yaratıcılık ve coşkudan uzak duran Dickens için bir trajedi olarak değerlendirme yapar Zweig. Dickens'a ne kadar olumsuz eleştiri yaparsa aynısını Turgenyev için de dizer çünkü onun ününün Avrupa'da dilencilik yapacak hale gelen Dostoyevski'den çalınma olduğunu savunur. Dostoyevski 'nin hayatında yaşamış olduğu zorluklar içler acısı fakat buna rağmen yazmaktan hiç bir zaman vazgeçmemesi de insana güç verir cinsten. 

Okumak isteyenler için daha da fazla bahsetmeyim, tavsiye edilesi güzel bir kitaptı benim için :)

Sevgiler

Historian

16 Temmuz 2015 Perşembe

TATİLDE OKUNABİLECEK KİTAPLAR



Bir bayram daha geldi çattı. Günümüzde o kadar yoğun ve hızlı akan bir hayat var ki en ufak nefes alma fırsatını değerlendirmek için, can atıyor ve kendimize böylece zaman ayırabiliyoruz. Ben bu fırsata geçen haftalardan itibaren ulaştığımda  direkt kitaplara sarılıp bir solukta üç kitabı okudum; bu yüzden, benim gibi kitapları özleyenler için tatil okumalarında  fikir olur diye neler okuduğumdan bahsetmek istiyorum...  

Okumuş olduğum kitapların yazarları; John  Steinbeck, Victor Hugo ve Ernest Hemingway yani edebiyatla arasinda belli bir mesafe olan insanların da yüksek ihtimalle duymuş olduğu yazarlar... 

Steinbeck ve Hemingway Amerikalı aynı zamanda ikisi de Nobel ödüllü  ve yine ikisi dil olarak çok sade, neredeyse benzetme dahi yapmayan düz anlatıma sahip yazarlar bu fakat genel olarak hikayelerinin sonlarında vurucular, beklenmeyen gelişmelerle insanı şaşırtıyorlar. Özellikle, okumuş olduğum "Uzun Vadi" isimli, öykülerin derlemesi olan kitapta  ters köşe sonlar dikkat çekici idi.

Hemingway'in diğer eserlerini açıkçası okumadim, bugüne kadar niye okumadım onu da bilmiyorum ama  o da çok sade olmakla birlikte , insanı oldukça fazla etkileyen kurguya sahip. "Yaşlı Adam ve Deniz" kitabında; 84 gündür denizde balık tutamayan yaşlı bir balıkçının sonraki günlerde denizdeki mücadelesini anlatıyor. 

Diğer bir kitaba gelecek olursak, Victor Hugo diyince akla ilk gelen elbette "Sefiller" ,  "Bir İdam Mahkumunun Son Günü" isimli, az bilinen eserin dili ise, Amerikalı yazarlardan daha edebi  olmakla birlikte yine abartılı bir anlatım yok genel olarak benzetmelere başvurulmuş bir anlatım var , konusu itibarı ile de oldukça etkileyici olması bekleniyor zaten , bazı noktalarından ders çıkarılabilecek güzel bir eser aynı zamanda tarihi olarak da ufak bilgilere sahip. Bu üç kitap arasında sıralama yaparsam Hugo, Hemingway, Steinbeck olarak tercihlerimi belirtebilirim. 

Herkese iyi okumalar ve iyi tatiller.

Sevgiler
Historian